Niksar'ın akasyaları

Niksar'ın akasyaları
çocukluğumun Leylekli Köprüsü: Gagasında yılan taşıyan leylek bizim için iyilik simgelerinden birisi idi. Niksar'da Gazi Ahmet İlkokulu'nun önündeki bu köprü'nün altından Çanakçı Deresi akardı. Biz dere kıyısındaki akasyaların çiçeklerini çocuk dişlerimizle öğütür, düşlerimizi pazarlayacak bir dünyaya eğitilirdik...

18 Ağustos 2007 Cumartesi

sokakları dinlerim


Yaratmak tanrının işi tamam, peki biz yaratılanla oynarken ne yapıyoruz, sevgi ne yaratır, akıl ne üretir, aşk hangi zindanın kapısını çalar da geri gitmez evine; yatar ömür boyu üzerinde akasyalar büyüsün diye? ben aşkın bir parçası, nesnesi veya öznesi miyim bilmiyorum ve ömrüm bu soruya aradığım yanıtın içine sakalanmış sokaklarda geçiyor. Kah kendime gülüyorum bir sokağın başında, kah sokaklar bana gülüyor üzerinde yürüdükçe...

ne diyor arka sokaklar? "bak dutlar da döküldü üstüme/ ayakların geri gitmesin yolcu/ ben de bazen nerede başladığımı/ ve nerede biteceğimi bilemem/ sana yol olmak yeter bana/ caddeleri kıskanmam/ dağ yollarına özenirim yalnızca/ tıpkı senin gibi// orada doğan güneş/ henüz kirlenmemiştir/ ve eritmemiştir dağ çiçeklerinin yüreğini" Bilmiyorum aslında kirlenmemiş ne kaldığını, sanki beni avutuyor gibi geliyor sokaklar... ve hepimizin çokça avunmaya ihiyacı var...

karadeniz'in emeli

O, en hesapsız, o en dobra, o en dalgalı ve en korkusuz emel'i idi karadeniz'in. O'nun gözlerinde ufku görürdünüz, ki orada bir bulutun sevdasına asılmış geleceği görürüdünüz adam gibi yaşanacak. O en güzel, en yiğit, en bıçkın gülüşlerin dudağı idi. O, bakımsız kıvırcık saçlarını karadeniz'in rüzgarlarına bırakırken alnında yıldızların ışığını taşır küçücük ellerinde büyük ve güzel bir yarının müjdesi ile dolaşırdı. Bir ninni gibi aklımda taşıdığım sesini yıllar sonra duyduğumda anka kuşları canlandı masalımın külleri arasında. Solmuş çiçeklerin yapraklarına sular yürüdü. Bir can dostun ne kadar ayrı kalınırsa kalınsın, ne kadar uzakta olunursa olunsun varlığını bilmek, sanki bir dağa yaslanmış gibi güven verdiğini yaşamak çok özel bir duygu. 27 yıl sonra karadeniz'in emel'i bana bu duyguyu yaşattı. O benim en değerli varoluşlarımdan biri. O'nu çok seviyor ve varlığı ile öğünüyorum. Biliyorum ki o her zaman beni yüreğinin bir köşesinde yaşattı ve düşlerinde kurabildiği bir ülkenin özgür bir ağacı olarak kuşlarını benim dallarımı gönderdi konsunlar şarkı söylesinler diye...

14 Ağustos 2007 Salı

zaman da yolculuk


"İşte bence evren tek bir dalga ve alan yapısında olup kendi içinde yer alan sonsuz uzaklıklardaki sayısız zekanın bu alan içinde ki anlık iletişimine olanak sağlayan bir yapıda olduğunu düşünüyorum.Keza yine bu uzaklıkların farklı boyut düzlemlerinin ve zaman çerçevelerinin araya girmesiyle bu farklı boyutların kullanılmasıyla zamanda ve mekanda da varolan her tür mesafenin ve uzaklığın bir anda atlanabileceği kanaatindeyim.Belki Tibetli bir Budist Rahip gibi konuşacağım ama eğer insan beyni ve zekası bu evrene ait ana matriksi yansıtan kozmik zekayla bağlantı kurabilirse yani kendi içine dönebilirse evrenle olan bu kozmik ağ bağlantısı bizim düşünce gücü ya da ruh gücü dediğimiz şeyle bizi içine alan zaman ve mekanla ilgili boyutsal kalıpları, mesafeleri ve her türlü aklınıza gelebilecek tüm madde ve enerji sistemine ait her soyut ve somut yapılaşmayı etkileyebilme ve dönüştürebilme gücüne sahip olabiliriz.Yani eşyayı ve başka varlıkların zihinlerini kontrol edebiliriz.Böyle bir kontrol gücünün karşısında zaman ve mekan duvarları adeta şeffaflaşmaktadır.Güç, beyinden ve zihinden taşarak küresel bir tesirle şimdi den çıkarak sonsuza doğru uzanmaktadır. ‘‘Sonsuzluk( Allah) altında ve üstünde hava olmayan bir nokta gizli bir nur idi..’’ sözleriyle devam eden Hz Muhammetin ifadelerindeki bu gizli noktanın sırrına kadem basanlar gerçeğin sır küpü içindeki boyayla boyanmış olurlar.Bu kozmik bilincin dalga boyuyla eşleşmek anlamındadır.Böylece auranın alan frekansları sonsuzun rengarenk reklerine yada saf beyazlığın görüntüsüne ulaşır.Böylece herşeyi içine alan ve her şeyin içine dolanla bir ve bütün olursunuz.Kısaca aranan sırrın kendisi olursunuz.Ve arayış biter, yollar biter.Artık yolda, arananda siz olursunuz.Lakin sırra kadem basanlar kaybolanlardır.Kendinizden geçmedikçe kendi gerçeğinizi bulmanız mümkün değildir.Bu önermeyi dinsel ve mistik ya da metafizik bir hadise gibi düşünmekten öte bunu en derin aklın bir ön görüsü olarak ele alın." Çetin Bal. http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/AGARTAtechnology.htm

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Sanatçılar politika yapsa..


Zamanın ne olduğunu düşünüyorum bir süredir. Aslında aklımın erdiği günden beri hergün ister istemez düşünürüm zamanı. Neden yaşadığımızı, ölümü, melekleri, haksızlıkları, insanın insana zulmünü, İspanyolların Azteklere, Fransızların Cezayirlilere, Amerika'nın Irak'a yaptığını, birinci ve ikinci paylaşım savaşlarını, oralarda ölen insanların bugün ki dünyayı görseler neler düşüneceklerini, biz öldükten sonra neleri göremeyeceğimizi, ve yaşamın ne kadar değerli ya da değersiz olduğunu düşünürüm. Eminim milyonlarca insan da aynı şeylere kafa yorar. Felsefeciler, sanatçılar, bilim adamları da bu ve benzer konularda üretirler akıllarını yeniden. Ama toplumları yönetenler, günümüzdeki adları ile 'siyasetçiler' düşünmez sanırım bir tek. Onlar düşünmez, sadece yaşarlar. Şu kısacık insan yaşamını daha güzelleştireceğiz diye, zulüm üretirler kendi halklarına ve dünyanın bütün uluslarına. Belki sırf bu nedenle sanatçı ve bilim adamlarına nöbetleşe siyaset yapma görevi verilmelidir. İstemeseler bile sanat ve bilim üretir gibi kendi uğraşlarının disiplininden kopmadan, yöneticilik yapmaları sağlanmalıdır onların. Düşünsenize Rusya'yı Dostoyevski gibi bir insanın, Amerikayı Walt Withman'ın İran'ı Necip Mahfuz'un, Faransa'yı Aragon'un, İspanya'yı Picasso'nun Türkiye'yi Can Yücel'in yönettiğini. Ve dünyanın Başkanı'nın Leonardo Da Vinci olduğunu. Bugün yaşadığımız sorunlardan pek çoğunu en azından küresel ısınma sorununu, Amerika'nın dünyanın jandarmalığı gerçekleştirmesi sorununu kesinlikle yaşamazdık. Siyaset siyasetçilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. O halde sanat ve bilim adamları lütfen görev başına...

10 Ağustos 2007 Cuma

GO ile yaşamak




Tamam satranç ve diğer akıl oyunlarına bir şey demiyorum ama GO'ya diyorum. Bu 4.000 yıllık oyun hayatın karmaşıklığını birebir içinde barındırıyor. Yaşadığımız her gün GO oyununda bir hamle ya da hamle yapmak için düşünce süreci gibidir. GO ile tanışmayanların hayatlarında bir şeylerin eksik olduğu muhakkaktır. Ne kadar kazanmaya çalışırsanız çalışın sonunda kaybeden siz olacaksınız. En sonunda haytı kaybetmek zorunda olduğumuz gerçeği GO'nun sonsuz yolculuğunda çoktan keşfedilmiş. Ayrıca GO'da hiyerarşi de yok önceden belirlenmiş roler de sıfat ve ünvan da... o'nda sadece aklını terbiye etmek ve paylaşmak ver. ayen ürretimin paydaşlığı gibi...

tırtıla şarkı

tırtıla şarkı
tünese dallarına bir kuş ordusu / şarkı söylese kardeşim kelebeklere

depo